16 Aralık 2016 Cuma

Küçük Prens - Antoine De Saint-Exupery

Her çocuğun okuması gereken bir kitap Küçük Prens. Ama yetişkinlerin defalarca okuması daha elzem bence. Kitabın ilk sayfalarında küçük bir çocuk olan Prens'in ettiği laflar yetişkin okuyuculara saçma gelebilir. Muhtemelen gülümser ve çocuk işte, der okuyucu, hayal dünyasında yaşıyor. Fakat sayfaları çevirdikçe düşünmeye başlar. Yahu basbayağı haklıdır bu çocuk. Gittiği her bir gezegende gördüğü tuhaf, abartılı tipler günlük hayatta vardırlar aslında. Yetişkinlerin bu hengamesine bir türlü anlam veremez Küçük Prens. Yetişkinler ise yaptıklarının doğru ve mantıklı olduğundan emindirler. Küçük Prensi hiç mi hiç ciddiye almazlar. Halbuki hepsi saçma sapan şeyleri hayatlarının ana gayesi haline getirmiş sıkıntılı insanlardır. Keşke bir an durup bir düşünseler. Ama şimdi düşündükleri yolla değil. Saf bir çocuk gibi akıl yürütseler...

- Nasıl sahip olunuyor yıldızlara?

- Kimin ki yıldızlar? diye soruyla karşılık verdi işadamı.

- Bilmem ki. Hiç kimsenin.

- O halde yıldızlar benimdir çünkü ilk benim aklıma geldi.

- Oluyor mu öyle?

- Olmaz olur mu! Tut ki sahipsiz bir elmas buldun, elmas artık senindir. Tut ki sahipsiz bir ada keşfettin, ada artık senindir. Tut ki bir fikir ilk senin aklına geldi, gidip patentini alırsın, fikir artık senindir. Madem benden önce kimsenin aklına yıldızlara sahip olmak gelmemiş, o  halde yıldızlar benimdir.

- Haklısın, dedi Küçük Prens, "Ne yapıyorsun peki sahip olduğun yıldızlarla?"

- Yönetiyorum yıldızları. Oturup kaç tanelermiş sayıyorum, bitince oturup tekrar sayıyorum. Herkesin yapacağı iş değil. Ama ben ciddi adamım!

Küçük Prens'in aklına yapmamıştı bu iş.

Benim bir atkım olsa, dolarım boynuma, gezer dolaşırım onunla. Bir çiçeğim olsa takarım yakama, istediğim yere götürürüm. Ama sen yıldızları koparamazsın ki gökten!

- Ne olmuş ben de bankaya yatırırım.

- O ne demek?

- Önce bir kağıda kaç tane yıldıza sahip olduğumu yazarım, sonra kağıdı çekmeceye koyarım, çekmeceyi de kilitledim mi tamamdır.

- Bu kadarcık mı?

- Daha ne olsun!

İşte böyle Küçük Prens'in seyahat noktalarından birinde yaşadıkları... Ne dersiniz, şaşırmakta haklı değil mi?

13 Aralık 2016 Salı

Çıtır Çıtır Felsefe - Brigitte Labbe

Çocuklarımızın okulda arkadaşlarında görüp bir kaç sayfa okuyup müptelası olduğu, okumaya yüz çeviren çocukların bile elinden düşürmediği Çıtır Çıtır Felsefe dizisinden söz etmek isterim. Oğlum maalesef yeteri kadar okumuyor. Ya da bana öyle geliyor, bilmiyorum. Öğretmenimiz çocukların okumayı sevmeleri için ilk etapta sevdiği kitap türünü bulmamızı önerdi. Sırf okuma alışkanlığı kazansın diye oğluma 2 tane Saftirik aldım. Bu konudaki genel yorumları bilmiyorum ama ben Saftirik'leri okumasını istemiyorum çocuğumun. İşte tam bu sırada imdadıma Fransız yazar Brigitte Labbé'nin Çıtır Çıtır Felsefe serisi yetişti. Önce "İyi ve Kötü" ile "Adalet ve Haksızlık" kitaplarını aldım. Açıkçası oldukça da uygun fiyatlı kitaplar. Ben kitaplarımı internet üzerinden almayı tercih ediyorum. Çünkü ciddi anlamda fiyat farkı olabiliyor. Hem belirli bir tutarın üzerine çıkıldığında genelde kargo ücreti de ödenmiyor. Ben İdefix'ten tanesini 6,5 TL'ye aldım.

Blogcu Anne Elif Doğan'ın yazarla yaptığı röportajdan okuduğuma göre serinin Fransa'da 44 kitabı varmış. Türkiye'de ise 29 kitaba ulaşılmış.

Oğlum bu iki kitabı hemen yalayıp yutunca serinin beş kitabını daha aldırdı bana. Şimdi onları okuyor. Ben de onunla birlikte okuyorum. Konular hep günlük olaylardan yola çıkıyor. Durup düşündüğünüzde çocukken bunların bazılarını yaşadığınızı ve çocuk halinizle ne yapacağınızı bilemediğinizi düşünüyorsunuz.

12 Aralık 2016 Pazartesi

İdefix'ten Oğlumun Kitapları Geldiiii:)

Oğlumun Çıtır Çıtır Felsefe kitapları geldi bugün. Daha önce iki tane Çıtır Çıtır Felsefe okumuştu. Bugün gelenleri iple çekiyordu. İtiraf etmem gerekirse öğretmenimizin ve sınıf annelerimizin tavsiyeleriyle aldım bu kitapları. Henüz okuma fırsatı bulamadım. İlk fırsatta okuyup burada paylaşmak istiyorum. Bir de tabi ki Şeker Portakalı geldi. Küçükken okuduğumda bayılmıştım bu kitaba. Önce ismine, sonra içeriğine..

İdefix siparişlerim


Okumam gereken çok sayıda kitap bekliyor beni kitaplığımda. Bu yüzden kendime kitap almamayı çok zor da olsa tam başarıyorum derken aaa bir de baktım ki  Turgay Girgin'in okul öncesi ve birinci sınıflar için hazırladığı "İlköğretim'de Drama" kitabını almışım. Yazarın diğer yaş grupları ile ilgili de yayınları bulunuyor. Kitabı biraz inceledim. Okumak için sabırsızlanıyorum. Sanırım farklı yaratıcı drama oyunlarını öğrenebilmem ve bu alanda kendimi geliştirebilmem için başucu kitaplarımdan olacak.

Detaylar çok yakında...

Semt Pazarı mı, Market mi?

Bu akşam yaratıcı drama liderliği eğitimi dersinde yaratıcı drama ile bir pazar yerini canlandırdık. Hem pazarcı hem de müşteri olduk. O kadar keyif aldım ki anlatamam. İlk başta pazarcıyı canlandırmaktan biraz çekindim açıkçası. Çünkü sesimin zayıf çıktığını düşünüyorum bazen, nasıl bağıracağımı bilemedim. Sonra satıcının bağırmadan da gayet iyi iş yaptığı bir iki tezgah geldi aklıma, mesela zeytin ve zeytinyağı tezgahları gibi. Ben de hemen zeytinci oldum. Oldukça keyifliydi. Yaratıcı dramaya bayılıyorum. Bununla ilgili yolculuğumu başka yazılarda yazmayı planlıyorum.

Bankada çalışırken İstanbul'un Avrupa yakasında çalışıp Anadolu yakasında oturduğum için haftaiçi kurulan pazarlar ben servisten inene kadar toplanmış olurlardı hep. Bu nedenle hep market alışverişi yaptım ben. Sonra büyük marketler internet üzerinden sipariş almaya başladılar. Benim gibi vakti olmayan bir insan için büyük nimetti bu. (Gerçi şimdi çalışmıyorum ama ara sıra internetten market siparişi veriyorum yine de.)

Markete gidip sebze, meyve, et, bebek bezi, bakliyat, temizlik malzemesi vb. akla gelebilecek tüm malzemeleri atıverirdim sepete. Güya kendimce ekonomik kararlar alıp herşeyin uygununu seçmeye çalışırdım ama her seferinde çok büyük meblağlar öderdim.

İşten ayrılmadan kısa süre önce semt pazarımız pazar günü kurulmaya başladı veee sokağımın başına taşındı. Buna rağmen sadece bir iki kez gidebildim. Pazar günleri sendromum tutuyordu zaten. Hem her halükarda markete gitmeyecek miydim? Bir de pazara zaman ayırmamın anlamı yoktu benim için. İki parça yeşilliği marketten alıverirdim işte. Zaten cebimde nakit de yoksa kalkıp kim ATM'ye gidip para çekecekti yani?

İşten ayrıldıktan sonra tabi ki ilk iş şu bizim pazarı iyice bir keşfedeyim dedim. Bir vesile edinmiş olduğum pazar arabamı aldım elime. Yıllar yıllar önce pazar canavarı bir arkadaşımın öğrettiği gibi ön ceplerime, yan ceplerime 10lukları, 20likleri koydum. Yanıma çok fazla para almamaya özen gösterdim çıktım pazara. İlk deneyimlerimde bile tüm acemiliğime rağmen pazardan memnun ayrıldım. Hele bir gün televizyonda sağlıkçıların katıldığı bir tartışma programında iki akademisyen marketten alışveriş yapmadıklarını, tüm gereksinimlerini semt pazarından ya da internet üzerinden satış yapan küçük üreticilerden karşıladıklarını söyleyince kim tutabilirdi ki beni artık.

Pazarda marketteki gibi tek bir seçenek yok ki elinizde. Vaktiniz varsa gezer, en güzel ve en ucuz ıspanağı bulur alırsınız. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama bazı semtlere göre görece daha pahalı olduğu söylenen bizim pazarda bile öyle ekonomik alışverişler yaptım ki anlatamam.

Pazardan genelde nakit alışveriş yapıyor olmanın da bir çok avantajı var. İpin ucunu kaçırmamış oluyorsunuz. Cebinizde kalan bozukluklarla tam pazardan çıkarken hatırlayıp limon, maydonoz gibi şeyleri alabiliyorsunuz. 50 kuruşa az mı maydonoz aldım ben? 1 liraya 1 kilo havuç, turp? O kadar da güzeller ki. Hepsi taptaze.

Yazımdan da anlaşılacağı üzere ben bir semt pazarı müdavimiyim artık. Tabi ki marketlerden de alışveriş yapıyorum ama sebze, meyve, hatta turşu için kavanoz (pazara gitmeye başlayınca kalan malzemelerle turşu kurmayı da öğrendim de ben) çocuklara pijama, kızıma toka, onu mutlu edecek ıvır zıvır süslü püslü şeyler, oğluma büyüteç, bileklik, aklınıza ne gelirse alıyorum. Toka deyince aklıma geldi. Kızım çok küçüktü ve çıtçıtlı tel toka gibi basit bir şey lazım olmuştu bir fotoğraf çekimi için. AVM'deydim ve bir mağazada tek bir tel toka için 5 lira istediklerini gayet net hatırlıyorum. Halbuki pazarda belki 10 tane tel tokaya 1 lira veriyorum. Elbette kalitesiz ürünler satan tezgahlar da var. Fakat bunları çok kısa sürede keşfedip hayatınızdan çıkarıyorsunuz zaten. Kış geldi, kar yağdı yağacak. Bu haftasonu pazarda ne çılgın bereler, atkılar gördüm bir bilseniz. Hadi siz de ilk fırsatta semtinize yakın bir pazara uğrayın ve tadını çıkarın!

21 Kasım 2016 Pazartesi

Kefir Mayaladım

Kefir mayaladım ve ilk denememde tutturmayı başardım. O kadar kolay ki paylaşmak istedim. 2 litre tam yağlı kutu süt kullandım. Elimdeki mayanın paketinde 3 litreye kadar sütü mayalabileceğim yazıyordu fakat ilk denemem olduğu için çok miktarda sütü ziyan etme riskine girmek istemedim. Şok Market'ten Yayla Kefir mayası aldım. Aylardır çeşitli sosyal medya hesaplarından kefir mayası konusunu takip etmeye çalışıyorum. Kimi üretici ve kullanıcılar mayalama işlemi için çok kullanımlık "dane" kullanımının doğru olduğunu söylerken bir kısmı da tek kullanımlık paket mayaları tavsiye ediyor. Bunlardan bir tanesi kendi ürünü olan mayanın piyasadaki en çok sayıda yararlı probiotiği içeren ürün olduğunu söylüyor. Onu da denemek istiyorum aslında ama Şok Market'te önüme Yayla marka çıktı ve alıverdim işte. Yoksa her kafadan bir ses çıkıyor. Bir an önce sağlıklı beslenmek için adım atmak lazım.

Evde Kefir Mayalama


2 litre UHT sütü (Kutu süt ile daha iyi sonuç alındığını okudum çoğu paylaşımda. Bu nedenle günlük açık süt kullanmadım. Normalde yoğurt mayalarken açık süt kullanıyorum.) serçe parmağımı hafif ısıracak kadar ısıttım. UHT olduğu için kaynatma gereği duymadım. Gerçi şimdi paketi tekrar kontrol ettiğimde 10-15 dk kaynatın diyor. Ben kaynatmadım. Açık süt olsa muhakkak kaynatırdım. İşlemler yoğurt mayalamak ile aynı. Kefir mayasını ılık sütün içine döküp karıştırdım. Tencerenin kapağını kapatıp yoğurt mayalar gibi sarıp sarmaladım. Yaklaşık 20 saat bekledim. Bir baktım ki mis gibi tutmamış mı:) Aynı yoğurt gibi. Hemen iki kavanoza paylaştırdım kefiri. Kapaklarını sıkıca kapatıp çalkaladım. Sonra doğru buzdolabına...

Sonradan firmanın internet sitesini incelediğimde ekşi kefir için 26-30 saat, çok ekşi kefir için 30-34 saat süre ile mayalanması gerektiğini gördüm. Kefiri ekşi sevdiğim için bilseydim biraz daha uzun tutardım maya süresini. Ama yine de çok güzel oldu tadı. Piyasadaki hazır kefirlerden biraz farklı. Yoğurtla süt arasında bir tat diyebilirim. Çocuklar alışsın diye çilekli kefir alıyordum marketten. Şimdi ev kefiri içmeleri için gerekirse içine farklı mayhoş meyveleri püre haline getirip eklemeyi düşünüyorum. Ama öncelik tabi ki sade olarak, en doğal hali ile tüketmelerini sağlamaya çalışmak.

Püf Noktası: Yoğurt ya da kefir bir türlü tutmuyorsa süt biraz daha ılıkken mayalamayı deneyin. Ilık sütte mayalama işlemi genelde başarılı oluyor. Aksi durumda süt olması gerektiğinden çok az bile sıcakken mayaladığınızda mayalama gerçekleşmiyor maalesef.


9 Temmuz 2016 Cumartesi

İzlenesi Bir Film: In Bruges

Digiturk portal uzun süredir çalışmıyordu. Ben de film izleyemedim birkaç aydır. Sinema bana enerji veren bir şey. Hele arka arkaya birkaç iyi film patlatınca neden bilmem, enerji doluyorum. Öyle çok iyi bir sinema filmi izleyicisi değilim. Festivalleri takip etmem. (Bununla gurur duymuyorum, sadece fırsatım olmuyor.) Bir filmi izlemeden önce IMDB puanına bakarım. 7.5 üzeriyse izlerim. Yoklukta 7 ve üzeri de gider fakat 7'nin altı bir değerlendirmeye tabi olmuş iyi bir film izlemedim henüz, bu nedenle düşük notluları izleyerek kendime eziyet etmem.

In Bruges'ın IMDB puanı 10 üzerinden 8. O yüzden görmesem olmazdı. Film beni başlar başlamaz etkiledi ve bağladı. Çünkü öncelikle bir ortaçağ kasabasında çekilmiş. Belçika'nın Bruges kentinde... Tarihi şehirler ve yapılar hep ilgimi çekmiştir. Bu filmde de ilk dikkatimi çeken Bruges görüntüleri oldu.

Oyunculuklar inanılmazdı. Colin Farrel nasıl iyi rol yapmış anlatamam. Senaryo da çok iyiydi. Pek bir klişe yoktu. Konu kendine özgü çünkü. Sadece bir sahne bana biraz saçma geldi. Otel sahibinin silahlı adamın odaya çıkmasına izin vermemesi gerçek hayatta olma olasılığı binde bir bile olamayacak bir olay. Fakat filmin kalitesini düşürmeyen küçük bir ayrıntı bu. Filmden çok etkilendim. Hayatım boyunca unutmamaya çalıştığım "bir kimse bir kardeşini bir ayıbından dolayı ayıplarsa kendi o ayıbı işlemeden ölmez" sözünü -ki sanırım bu söz bir Hadis-i Şerif- film o kadar net işlemiş ki, anlatamam. Ralph Fiennes ayıpladığının bizzat kendisinin başına geldiğini görünce hemen uyanıyor ve "I see" diyor. Sonrasında aldığı aksiyon doğru değil belki ama keşke herkes hayatın kendisine gönderdiği mesajları bu kadar kısa sürede anlasa da dünya aydınlansa...

In Bruges... Hayatlarını adam öldürerek kazanan günahkar insanların vicdan azapları, iç çekişmeleri... Yaptığı işin günahlarını hafifletmek için özel hayatında iyi bir insan olmaya çalışan bir kiralık katil. Yaptığı işin acısını tüm ruhu ve vücuduyla yaşayan, psikolojisi bozulan, zangır zangır titreyen, vicdan azabı çeken fakat buna rağmen günlük hayatında insanlara kaba davranan, sığ yapısının ve vicdanının arasına sıkışmış başka bir kiralık katil. Ve patronları... Yürüttüğü pis işleri "onur" ve "prensip" denen ilkelere bağlı yaşayarak belirli bir ahlak seviyesinin üzerine çekeceğini sanan ve buna gönülden inanan, gerekirse prensipleri uğruna ölecek kadar onurlu olmaya çalışan bir adam.

The Bruges (2008), düşünen, yargılayan, sorgulayanlar için izlenesi bir film.

Yönetmen-Senarist: Martin McDonagh

Dipnot: Filmin müziklerine de bayıldım.

25 Haziran 2016 Cumartesi

Bulaşık Makinesi Deterjanı Denemelerim ve Mom's Green Deneyimim

Eski bulaşık makinem bulaşıkları eski usulde, amiyane tabirle foşur foşur su ile yıkıyordu. Evlenirken yerli bir markadan aldığım bu en ucuz ve en baz özelliklere sahip bulaşık makinesinden çok memnun kaldım. Yıllarca beni neredeyse hiç üzmedi. Çok yoğun çalıştığım için kendisiyle pek ilgilenemedim. Kapağını dan dun savurmak mı dersiniz, tekmeleyerek kapatmak mı dersiniz, alt sepeti fırlatmak mı dersiniz daha neler neler yaptım ona. Gençlik işte, mal kıymeti bilinmiyor.Kahrımı tam 13 yıl çeken emektar "yeter artık" deyip kendini bırakıverince yeni bir bulaşık makinesi alma zorunluluğu doğdu. Hazır kıdem tazminatımı da almışım, eski makinemden çok memnun kalmış olmama rağmen, bir daha mı geleceğim bu dünyaya misali herkesin pek bir övdüğü Alman bir bulaşık makinesi aldım. Bu yeni makinelerin eskilere oranla çok daha fazla elektrik ve su tasarrufu sağlıyor olduğunu duymuştum.

Bulaşık makinesi deterjanı konusunda her zaman seçici olmaya gayret ettim. Hafife alınacak bir konu değil çünkü, deterjan su ile durulanamazsa ve zararlı maddeler içeriyorsa çoluğunuza çocuğunuza bildiğiniz deterjan yedirmiş oluyorsunuz.

Daha bir kaç yıl önce organik ürünler bu kadar yaygın değildi. Sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek olan organik pazarlardan salata, domates alıyorduk fakat deterjan, sabun alırken tedirgin oluyorduk. Şimdiki gibi dijital pazarlama yaygın değildi. Instagram var mıydı acaba? Bir de tabi evde çocuklara bakan anneanne ve babaanne faktörü de söz konusu. Organik pazardan bulaşık makinesinde defalarca kullanılmak üzere satılan ve adını şu an hatırlayamadığım küçük küçük bitkisel toplar almıştım da annemden övgü beklerken "Sen neden alıyorsun böyle tuhaf şeyler ki" zılgıtını yemiştim. O kadar yoğun çalışıyordum ki, marketten sipariş vermek ve orada olan ürünleri kullanmak zorunda kaldım.

Hayatınızla ilgili bazı şeyleri değiştirmeniz gerektiğini bilirsiniz, ancak bazen adım atmak için bir türlü fırsat bulamaz, erteler durursunuz. Bu tarz ertelemeler çok sağlıklı değildir aslında, çünkü bir de bakarsınız ki siz o konuyla ilgilenene kadar yıllar geçmiş. Bu benim başıma çok geldi. Deterjan konusunda da böyle oldu.

İşten ayrılıp makineyi değiştirdikten sonra güya çok iyi, çok kaliteli olarak bilinen bir deterjan markasının tablet şeklindeki ürününü satın aldım. Aslında her ne kadar Türkiye'nin en iyisi, en şöylesi, en böylesi diye lanse ediliyor olursa olsun bu ürünle ilgili tecrübeme dayalı kuşkularım vardı. Ama diyorum ya, o kadar zamansızdım ki, bazen bırakın adım atmayı herhangi bir konu hakkında düşünmeye bile vaktim olmuyordu.

İlk kullanımlarda anlamadım fakat bazı yıkamalardan sonra bardaklarda dalgalanmalar gördüm önce ve tekrar duruladım. Kardeşime, eşime sordum. Bana çok pimpirikli olduğumu söylediler. Önce onlara hak verdim. Fakat sonra özellikle kısıtlı zamanlarımda bulaşıkları hızlı programda yıkadığımda makinenin kapağında deterjan parçalarını bariz olarak gözlerimle gördüm. Keşke fotoğrafını çekseymişim. Deterjansız olarak bir daha yıkadım. Hala kapağa yayılmış olan deterjan zerreleri vardı. Ne kadar sinirlendim anlatamam. Aslında fotoğrafını çekmeli ve bunu sosyal medyada paylaşmalıydım. Fakat özel sebeplerden zaman bulamadım. Zaten arasaydım parlatıcı kullanmadığım için böyle olduğu gibi bir gerekçe ortaya koyacaklarına eminim. Daha önce başka bir ürünle ilgili benzer bir deneyimim olmuştu çünkü. Emin olmak için bir kaç makine daha yıkadım. Hepsinde aynı sonuçla karşılaştım. Eşime göre "abartma, bir şey olmaz"dı hala durum. Bir şey olmaz olur mu hiç, deterjan yiyormuşuz resmen. Eski makinelerde su tasarrufu şimdiki kadar yoğun olmadığı için belki rastlamamıştım fakat şimdi gördüğüm deterjanın erimediğiydi. Tüm dünyada kimbilir ne kadar çok satan, ne kadar çok kazanan bir ürünün insan sağlığını bu kadar hafife almasına gerçekten çok sinirlendim ve geçtim bilgisayarın başına.

Mom's Green
Mom's Green
Instagram'da takip ettiğim bir kullanıcı tüm ev ve kişisel temizlik ürünlerinde Mom's Green kullandığını ve çok memnun olduğunu yazmıştı bir paylaşımında. Daha önce duymadığım bir ürün olduğu için dikkate almamıştım.

Düşündüm, yahu tüm dünyanın bildiği ürüne baksana: erimeyen deterjan yapmış adamlar.

Ben de Mom's Green'in internet sitesini inceledim, sertifikalarını kontrol ettim. Instagram'dan kullanıcıların yorumlarını okudum ve denemek için bir adet Mom’s Green Ecologic Bitkisel Bulaşık Makinesı Jel Temizleyici ve bir bebek şampuanı alana ikincisi %50 indirimli olduğu için 2 tane de bebek şampuanı sipariş ettim. Gerçi benim minnoşların bebeklik bir tararfları kalmadı artık ama yine de daha doğaldır diye hep bebek ürünlerini tercih ediyorum.


Ürünler ertesi gün kargoya verildi. Jel kıvamında bir ürün ve 25 ml kullanmak yeterli oluyor. Parlatıcı olarak sirke kullanımını öneriyorlar. Fakat ben parlatıcı kullanmıyorum. Buna rağmen yıkamasını çok beğendim. Kokusu o kadar kendine has, o kadar hoş ki. Deterjan kokmuyor. Bulaşıklar tertemiz çıkıyor. Fakat bardaklar için parlatıcı gerekli olabilir diye düşünüyorum. Çok ihtiyaç duyarsam sirkeyi deneyeceğim sanırım. Genel olarak bu temizleyiciden çok memnun kaldığımı belirtmek isterim.

İçerik bilgisi firmanın internet sitesinde şöyle verilmiş: Ürün Bileşimi: Alkol içermez. Formaldehit ve fosfat içermez.Hindistan cevizi, palmiye, buğday ve patatesten elde edilen ham maddeler içermektedir.<%5 -15 Organik Asit (Limon Tuzu), <%5 Şeker Tensidi ( Organik Bitkisel Noniyonik Madde) İçeriğindeki temizliğe etki eden aktif maddeler Ecocert tarafından onaylanmıştır.
Ürünü sevdim. Bu makale reklam amaçlı yazılmadı. Herkesten bulaşıklarını makineden çıkarırken özenle incelemesini rica ediyorum. Deterjan kalıntısı varsa bu gerçekten çok tehlikeli. Çocuklarım var ve ben ciddi anlamda tedirgin oldum ve bu konuda araştırma yapanlarla deneyimimi paylaşmak istedim.

Bebek şampuanları ve diğer kişisel ve ev temizlik ürünleri ile ilgili makaleler ise çok yakında.

24 Haziran 2016 Cuma

Mobbingle Başa Çıkmanın 8 Yöntemi

1. Durumu Analiz Et
Gerçekten haksız yere mi psikolojik şiddete maruz kalıyorsun, yoksa aslında sadece eleştiriliyor musun? Bunu analiz etmeye çalışmalısın. Her insan her ortamda mükemmel davranışlar sergilediğini düşünür. İş ortamında genel olarak eleştiri alıp almadığını, insanlarla aranın nasıl olduğunu düşün ve bir değerlendirme yap. Unutma öz eleştiri gibisi yoktur. İnsan hayatı boyunca en iyiye ve doğruya ulaşmak için kendini geliştirmeli ve dönüştürmelidir.

2. Asla Tartışmaya Girme
Düşündün, taşındın. Herkesle aran iyi. İşini iyi yapıyorsun. Vaktinde masanın başında oluyorsun. Sana verilen işlere kendinden bir şeyler katmaktan ve onları zenginleştirmekten hoşlanıyorsun. Mobbing yapan yöneticin ya da iş arkadaşın ise hiç bir yaptığından memnun olmuyor. Seni sürekli tersliyor. Hiç üzülme ve modunu düşürme. Mobbing yapan kişiler hayatlarını oturtamamış ve bu durumu hazmedememiş kişilerdir. Hayatları dışarıdan normal hatta mükemmel gibi görünse de aslında kimseye göstermek istemedikleri ciddi sorunları vardır. Onu değiştiremezsin. Sorunlarından uzaklaşmak için seninle oyun oynuyor ve yeni sorunlardan besleniyor. Sakın tuzağa düşme. Tartışmaya girersen ve özellikle eğer orada yeniysen iş ortamında amirinin verdiği işlere direnen, asi, agresif, saygısız gibi imajlar üzerine yapışıverir.

3. Çok çalışkan ol.
İşini en iyi şekilde yap. Ona söz söyleme fırsatı yaratma. Her ne kadar ağzınla kuş tutsan da o sana laf sokacak bir fırsat bulacaktır ama yine de sen işini kendin yap, en iyi şekilde yap. Böylece işini öğrenir ve onu en iyi bilen kişi olmaya adım adım yaklaşırsın.

4. Kendini Sürekli Geliştir.
Sadece kendi yaptığın işi değil, yan masadaki ekiplerin de ne yaptığını, neyle uğraştıklarını bilmelisin. İş hayatında ortaya çıkarılan işe her zaman büyük resimden bakabilmelisin. Unutma, senden daha tecrübeli yöneticin ya da iş arkadaşınla seni ayıran tek şey bu! Bir an önce bölüm arkadaşlarının genel olarak ne yaptıklarını, birlikte çalıştığın diğer ekiplerin neyi, nereye raporladıklarını öğren. En önemlisi de tamamladığın iş hangi birime gidiyor, onlar bunun üzerinde ne gibi çalışmalar yapıyorlar gibi soruların yanıtlarını bulmalısın. İş yolladığın ekiplerden düzenli olarak geri bildirim almalısın. Ortaya çıkardığın işten memnunlarsa yöneticin burada seni ezme fırsatı bulamayacaktır.

5. Yeni Projeler üreterek vazgeçilmez ol.
İşini yaparken eski çalışanların iş körlüğü nedeniyle göremedikleri yeni proje fırsatlarını bulmaya çalış. Fakat bu fikirlerini dile getirmen ters tepebilir. Doğru platformda açıklamalısın. Ya da üst yöneticilerin tarafından biraz daha tanınıp güven kazanmayı beklemelisin. Sabret, vazgeçilmez olmaya az kaldı!

6. Ofis ortamında sevilen bir ekip arkadaşı ol.
O uyumsuz bir insan. Yanında sadece bir kaç şakşakçı var. Mobbing yapan kişi sorunludur ve emin ol, bunu sadece sana yansıtmıyordur. Birlikte çalıştığı bir çok ekip artık ondan bıkmış olabilir. Kendi aralarında senin durumunu konuşuyor olabilirler. Herkesle iyi geçin. Sevilen bir ekip arkadaşı ol. Bunu zorlamayla yapma, arkadaşlarına boş vakitlerinde yardım et, akşamları onlarla dışarı çık. Bu hem seni rahatlatacak hem de sorunlu iş arkadaşını köşeye sıkıştıracaktır. Fakat başkalarına yardım ederken kendi işlerini aksatmamaya özen göstermelisin, kimsenin eline koz vermemelisin.

7. Fırsatlara açık ol.
Bazen çalıştığın işyerinde kendi bölümünde, bazen diğer bölümlerde mutlaka personel açıkları oluşacaktır. Bunlara açık olmalısın. Çok insan tanımalı ve onların aracılığıyla bu bilgilere zamanında ulaşabilmelisin. Sadece işyerinde değil, bulunduğun sektördeki hatta başka sektörlerdeki fırsatları da değerlendirmeyi bilmelisin. Ömrünün sonuna kadar onunla çalışmak zorunda değilsin. Sen o ya da bu şekilde yürüyüp gidecek ve basamakları tırmanacaksın. O ise sadece geride bıraktığın biri olarak kalacak.

8. Umudunu yitirme.
Asla umudunu yitirme. Bu insanlar her yerde var. İşyerinde, çocuğunun veli toplantısında, metroda, markette kasa sırasında. Onları umursamamayı ve onlara karşı bir davranış biçimi geliştirmeyi öğrenmelisin. Sen dimdik durdukça kimse üstüne gelemez!

Tartışan, kavga eden, verilen işi yapmama konusunda inatlaşan biri olmamaya özen göstermelisin. Çok bunalıyor olabilirsin ama sabret. Adım adım ilerleyerek bu sorunu çözeceksin. En önemlisi dışarıya karşı vereceğin imajdır. Unutma senin bildiğini üst yöneticilerin ve diğer ekip arkadaşların da biliyorlar. İşinde vazgeçilemez olursan hiç ummadığın bir anda sana bir el uzanacaktır, emin ol.

22 Haziran 2016 Çarşamba

Geçmiş Olsun Harun Kolçak


Harun Kolçak hiç şüphesiz her gönülde taht kurmuş, milyonlarca hayranı olan bir sanatçıdır fakat özellikle 70'li yıllarda ve 80'li yılların başlarında doğanlar için bambaşka duygular ifade eder. Bizim kuşağın ilk gençlik yıllarında Sezen Aksu'nun mentorluğunda ardarda birbirinden özgün, kaliteli, duygu yüklü, dolu dolu albümler ortaya koyup Aşkın Nur Yengi, Sertab Erener, Levent Yüksel ile birlikte Türk Pop müziğinin rotasını değiştirdiler. Kimse küsmesin, bozulmasın ama şimdi üretilen müziğe (!) bakıyorum da o dönemin gençliği olarak çok şanslıymışız.

Geçmiş Olsun Harun Kolçak. Bir an önce ayağa kalk ve toparlan. Bir bilsen şarkılarınla milyonların yüreğinde ne ifade ettiğini...

Harun Kolçak - Yanımda Kal (Official Video)

21 Haziran 2016 Salı

İşyerinde Baskı: Mobbing

Çocukluğuna ve gençliğine dair hatırladığı ilk şey hep ders çalıştığıydı. En güzel yıllarında haftasonlarını çoğunlukla dershanelerde geçirmiş, sonra da üniversiteye başlamıştı. Şanslı olanlar (!) mezun olur olmaz iş buldular. Diğerleri belki bir kaç ay, belki de bir kaç yıl bekledi para kazanmak için. İş bulduktan sonra para kazanmanın tadını alınca yavaş yavaş harcamalar arttı, standartlar yükselmeye başladı. Haftasonu sağda solda gezmelerden, yılda 2-3 kez yurtdışı seyahatlerine çıkılır oldu. Öğrenci evinden lüks bir siteye taşınıldı. Yabancı menşeli eşyalarla en modern tarzda donatıldı bu ev. Bu arada kimi işini sevdi, kimi nefret etti. Kimi işinden memnundu ama mobbing denen illetle tanıştı genç yaşta. Heyecan, heves, merak ve bunlara benzer türlü türlü duygularla donanmış olarak başlanan ilk iş deneyiminde olmadık yerde ilk terslenmelerini yaşadı bu insanlar.


İlk önce hayal kırıklığı, sonra endişe, kendinde hata arama, arayıp da bazen bulamama, ne yapsam acaba düşüncesi derken en sonunda bu sorunlu kişilik ile mücadele yolu bulunamadı büyük ihtimalle, çünkü henüz iş yerinde çok yeniydi. Çözüm olarak yöneticisiyle arkadaş olmaya, o ne derse sorgulamadan yapmaya, komik olsun olmasın her esprisine kahkahalarla karşılık vermeye, söz ağzından henüz çıkmadan parende atarak verilen emri havada kapmaya başladı. Fakat bunlar da yeterli olmadı. Laf yemeye alıştı, ya işten çıkarılırsam korkusunu hep yüreğinde taşıdı, bu yüzden daha da sıkı çalıştı. Çünkü çok para harcamıştı, taksitlerini ödemesi gerekiyordu. Zaten Nisan'da İtalya'ya gidecekti arkadaşlarıyla. Bu hava değişimi de ona ilaç gibi gelecekti. Bu arada pasaport çıkartmalı, bunun için de para ayırmalıydı.


Günler, aylar böyle böyle geçerken bir de baktı ki evlilik kapıya dayanmış. Bu arada biraz da olsa kıdemlenmiş, minik de olsa bir zam bile almıştı. Yılın başında aldığı prim yılbaşı gecesi arkadaşlarıyla dışarıda eğlenirken harcayacağı paradan ancak çok az bir tutar fazla olsa da yine de mutlu oldu o. Her şey düzeliyordu işte. Gül gibi işi vardı, bu işe girmek için sırada bekleyen binlerce genç vardı dışarıda. Bir kendini bilmezin mobbingleri yüzünden işinden mi olacaktı? Hayır, onu idare etmeye devam edecekti. Eninde sonunda bir şekilde farklı bölümlerde çalışacaklardı, ömrünün sonuna kadar onunla muhatap olacak değildi ya!

Fakat baskılar bitmek bilmiyordu. Nikah günü almak için izin istediğinde bile bir ton laf yedi. Haftasonları evlilik alışverişi için koştururken aranıp mesailere çağırıldı. Artık dayanacak gücü kalmamıştı. Peki ama ne yapabilirdi?

Mobbing ile mücadele için çözüm yolları bir sonraki yazımızda...

18 Haziran 2016 Cumartesi

Eşinize Babalar Günü Hediyesi Almayı Unuttunuz mu? Acil Durum Önerileri

Çocuğunuz küçükse babalar gününde eşinize çocuğunuz adına hediye almak size düşüyor. Her işe koşturan fakat yorulmayan anneler bunu da en pratik şekilde hallediyorlar. Annelerin eşleri için seçtikleri babalar günü hediyeleri genelde erkeklerin henüz farkında bile olmadıkları ihtiyaçları olabiliyor. Kuru temizlemeden gelen gömleklerin manşetlerinin yıpranmaya başladığını gören anne bunu bir kenara not ediyor.



Yarın babalar günü. Hafta boyunca işyerinde, evde çok yoğundunuz. Geç saatlere kadar çalıştınız. Hangi ayda olduğumuzu bile bazen hatırlayamayacak bir durumdaydınız. Cumartesi sabahı koşturmacası bir türlü bitmedi değil mi? Tam koltuğa kuruldunuz, elinize bir kitap aldınız ki o da nesi? Açık televizyondaki reklamlardan kulağınıza çalındı ve küçük bir şok geçirdiniz: Yarın babalar günü! Panik yapmayın, sakince yerinizden kalkın ve eşinize bir saatliğine dışarı çıkmanız gerektiğini söyleyin ve onun gelmemesi için sudan bir bahane üretin.

Çarşıda oturuyorsanız şanslısınız. Seçenekler evden çıkar çıkmaz önünüze seriliyor fakat şehir merkezinden uzak bir sitede yaşıyorsanız en yakın alışveriş merkezine gitmek de size zaman kazandıracaktır.

Çok fazla mağaza dolaşmayın. Eşinizi neyin mutlu edeceğini düşünün. Mesela parfüm sever mi? Bir kaç senedir almadığı, eskiden severek kullandığı bir parfüm alabilirsiniz. Bunu özellikle düşünmeniz onu ondan daha iyi tanıdığınızı düşündürecek ve eşinizi mutlu edecektir.

Erkekler cüzdanlarını yıpranana kadar değiştirmezler. Cüzdanın değişme zamanının geldiğini siz farkedersiniz. Çok büyük olmayan, ceket ya da pantolon ceplerinde taşınabilecek koyu renkli bir cüzdan erkeklerin favorisidir. Bu klasik hediyeye fark katmak mümkün. Cüzdanın üzerine lazer ile eşinizin adını ve soyadını yazdırmanız eşinize kendisini özel hissettirecektir.


Eşiniz masa tenisi sever mi? Öğrenciliğinde oynadığını ve çok başarılı olduğunu, yıllardır fırsat bulamadığını söyledi mi hiç? Hangi spor dalı olduğu farketmez. Hemen spor malzemeleri satan bir mağazaya giriverin. Almayı planladığınız ürün o kategorinin en iyisi olmalı. Söz konusu spor dalı ile ilgili bilgi sahibi değilseniz Google’dan ürünü aratın. Forumlara girin. İnanın internet ortamında arama yapıp en doğru ürünün hangi marka ve model olduğunu tespit etmek en fazla 10-15 dakika sürecektir. İçeride satış danışmanlarının da fikrini alın. İnternetten edindiğiniz tecrübe ile bu bilgileri biraraya getirerek en doğru olduğunu düşündüğünüz spor malzemesini satın alın. Değişim kağıdı istemeyi unutmayın!

Eşiniz son teknolojiyi kullanmayı seven biriyse ve bütçeniz izin veriyorsa işiniz daha kolay. Hemen bir mağazaya girip ona yeni bir tablet ya da cep telefonu alabilirsiniz. Bu mağazalarda daha düşük bütçelerle eşinizin çok sevineceği hediyeler bulmanız da mümkün. Satış danışmanları seçenekler konusunda size yardımcı olacaklardır. Yine değişim kağıda almayı unutmayın.

Klasikçiyim ben, bunlara para vermek istemem diyorsanız eşinize gömlek, tişört, kravat ya da tatil için mayo gibi seçenekleri düşünün.



Aslında bir çocuğun babasına vereceği en güzel hediye kitap olacaktır. Kitap hediye etmek çocuğunuzda kitabın ne kadar değerli bir hediye olduğuna ilişkin haklı algılar oluşturacaktır. İlgi alanına giren bir konuda referans bir eser gibisi yoktur.

17 Haziran 2016 Cuma

Kahvaltı Gerçekten Gerekli mi?

Bir kibrit kutusu peynir, biraz bal, bir yumurta, bir kaç zeytin ve 1 dilim ekmek... Yıllardır tüm beslenme önerilerinde kahvaltının ne kadar önemli olduğu, asla atlanmaması gerektiği konusunda bombardımana tutulmuş durumdayız. Günlük aktiviteler için sabah vücudun ve beynin enerji ihtiyacı içinde olacağı ve bu nedenle evden asla kahvaltı etmeden çıkılmaması gerektiğini binlerce kez duymuşsunuzdur.



Fakat son yıllarda yapılan bazı araştırmalar kahvaltının sanılanın aksine çok da önemli bir öğün olmayabileceği sonuçlarını çıkarıyor. Daha doğrusu araştırmalar sonucunda kahvaltının somut olarak ne tür yararları olduğu konusunda net sonuçlar elde edilemiyor. Bazı tıp otoriteleri ve beslenme uzmanları kahvaltı öğününün önemli olduğu algısının tamamen ticari amaçlarla bilinçli olarak oluşturulduğunu savunuyorlar.
Yapılan araştırmalarda kahvaltı öğününü atlayan kişilerin bu nedenle kilo aldıklarına ilişkin bir veri elde edilemediğini görüyoruz.

https://en.wikipedia.org/wiki/Breakfast

Yine araştırmaların sonuçlarına göre kahvaltı etmeyen kişilerin gün içerisinde daha çok besin tüketiyorlar fakat diğer öğünlerde fazladan ne kadar kalori alınırsa alınsın toplamda kahvaltı sofrasındaki kalori miktarlarına ulaşılamıyor.
Henüz çok yeni olan bu çalışmalara yenileri eklendikten sonra belki de kahvaltının en önemli öğün olmadığı, gerekliliğinin kişiden kişiye değişebileceği konusunda bombardımana tutulacağız, ne dersiniz? Galiba en doğrusu, sabah, öğlen, akşam diye ayırmadan tüm öğünlerde sağlıklı beslenmek, mümkün olduğunca işlenmemiş gıdaları tüketmek, mideyi tıka basa doldurmamak, bize neyin iyi geldiğini anlamaya çalışmak ve doktor tavsiyesi ile ilerlemek olacak.

Kaynaklar:


Dr.James Betts, University of Bath, İngiltere

Depilasyon mu, Epilasyon mu?

Özlemle beklediğimiz yaz geldi. Deniz, havuz sezonu açıldı.Yaşasın! Fakat yaz sezonunda epilasyona daha çok özen göstermek gerekiyor. Lazer epilasyon tekniklerinin sürekli gelişmesi, yeni yöntemlerin ülkemize eş zamanlı olarak getiriliyor olması ve son yıllarda lazer epilasyon seans ücretlerinin oldukça ucuzlamış olması sir ağda kullanımını azaltmış gibi görünse de hızlı değişen trendler kullanıcıları şimdilerde yine doğal olana yönlendiriyor. Israrla sir ağdadan vazgeçmeyenler var. Neden bu yöntemi tercih ediyorlar? Ya bir kaç seans lazer epilasyon uygulamasından sonra sir ağdaya dönenler? Konuyu detaylı olarak ele aldık. İlk olarak sir ağdayı tanıyalım. Sonraki yazılarda lazer epilasyonu detaylı olarak ele alacağız ve yöntemlerin güçlü ve  zayıf yönlerine yer vereceğiz.




Sir ağda nedir?*
Sir kelimesi Fransızca cire kelimesinden gelmektedir ve Türkçesi ağda demektir. Yani günlük hayatta sir ağda derken iki dilde ağda ağda demekteyiz. Bu reçine bazlı sir ağdanın şeker bazlı ağdadan ayrı bir ürün olduğunu ifade  etmek için dilimize yerleşmiş bir isimdir.
Sir ağda çam reçinesinin yağlarla cilt hassasiyetine uygun şekilde kıvamlandırılmış halidir. Geleneksel şeker bazlı ağdalar gibi şeker içermediği için kıl köklerini beslemez. Uygulaması daha kolaydır.
Piyasada çeşitli ambalajlarda satılan sir ağdalar temelde aynı formül üzerine üretilmekte olup; tablet veya kalıp sir ağda denilen çeşitlerde kalın yağ kullanılarak tabakalaşma(bantlaşma) sağlanır ve bu tip sir ağdalar için ayrıca ağda bezi kullanmaya gerek kalmaz.  Ağda bezi kullanılarak uygulanan sir ağdalar ise kartuş(roll-on) veya kavanoz ambalajda satılır. Bu iki tip ürün içerik olarak aynıdır. Sadece çekiş güçlerinde farklılık söz konusu olabilir. Kartuş tipi ambalajda makara sistemi sayesinde uygun sıcaklığa kadar eritilen sir ağda kol bacak gibi düz yüzeylerde makarası sürülerek kullanım kolaylığı sağlar. Erimiş sir ağda makara ten üzerinde sürüldükçe akar ve spatula ile yapılması zor incelikte tene çabucak sürülebilir. Bu tip sir ağdalar kol bacak gibi düz yüzeylerde tercih edilir. Kavanoz(konserve) sir ağdalar ise kartuş sir ağda ile aynı içeriğe sahiptir. Sadece yağ oranı biraz azaltılarak çekiş gücü arttırılmaktadır. Bu tip ambalajdaki sir ağda koltuk altı, bıyık ve bikini bölgesi; kartuş sistemin uygulanması zor olan yerlerde spatula yardımı ile sürülerek uygulanır. Spatula  yardımıyla  ince ve düz şekilde sürülen sir ağda gene ağda bezi yapıştırılarak çekilir.


Sir ağda uygulamasında en önemli noktalardan biri ağdanın sürüm şekli ve bezin yapıştırılıp çekilmesi tekniğidir. Sir ağda her zaman kıl köklerinin çıkış yönüne doğru sürülür. Böylece ağda kıla en sağlam şekilde bağlanmış olur. Sir ağda üzerine çekilen bez de aynı şekilde yapıştırılır. Bezin sir ağda ile tenden çekilmesi ise kıl köklerinin tersi istikametinde dik açıyla ve hızlıca yapılmalıdır. Bu çekim yöntemi kıl kırılmasını; dolayısıyla batık oluşmasını önlemek; tende acı hissini azaltmak için çok önemlidir. Uygun sıcaklıkta kullanılan sir ağda kesinlikle batığa neden olmaz.  Batık cilt tipi veya uygulama hatasına dayalı bir sorundur.

Uzmanlar açından en büyük sorun ağda kıvamının ayarlanmasıdır. Yeterli ısıya ulaşmadan kullanılan sir ağda çabuk donar; çekimde tende kalabilir, çok acı verir. Fazla ısıtılan sir ağda ise aşırı inceleceği için özellikle kartuş uygulamasında makaranın yanlarından akabilir. Ciltte kontrolü mümkün olmayabilir.  Çok sıcak olduğu için yapışkan özelliği kalmaz ve bez çekildiğinde bezle cilt arasında sarkma yapabilir, yeterince kıl çekmeyebilir, bez sürümü esnasında bezin üstüne sızarak uygulayıcının  eline yapışarak uygulamayı zorlaştırabilir. Bu nedenle yüksek kaliteli bir sir ağda kullanılıyor olsa da ısı ayarına dikkat edilmelidir.


Çeşitli ambalajlarda sunulan bu sir ağdalar katkı maddeleriyle kendi aralarında da çeşitlenmektedir. Piyasada genellikle;
  1. Sarı(Naturel):sade, şeffaf sarı renkli
  2. Pembe: pudralı, gıda boyası ile pembe renklendirilmiş
  3. Yeşil: azulenli gıda boyası ile yeşil renklendirilmiş olarak satılmaktadır. Yeşil veya azulenli olarak tabir edilen sir ağda çeşidi genellikle azulen(papatya yağı) içermez. Adı öyle anılsa da hemen her zaman sarı(sade) sir ağda ile aynı ve sadece rengi farklı olarak piyasaya sunulur. Kimi firmalar sarı ağda ile farklı olması için kıvam farkı oluşturur. Pembe sir ağdada ise pudra kullanılmaktadır.  Talk veya titanyum dioksit pudra hem ağdayı kıvamlandırmakta, akışkanlığı dengelemekte; hem de özellikle hassas ciltlerde daha düşük yapışma gücü nedeniyle tahriş riskini azaltmaktadır.  Bu üç ana çeşit dışında çeşitli bitki ve yağlarla piyasaya sürülen onlarca özellikte sir ağdalar mevcuttur.

Ağdaya hazırlık ve şartlar*
Sir ağda kadın ve erkek için kullanılabilir. Düzenli kullanımda kıl sayısında, kalınlığında ve uzama hızında ciddi azalma görülür. Uygulama yerinin temizliği çok önemlidir. Gerekli tedbirler mutlaka alınmalıdır. Göz altı, kulak içi, kulak memesi, burun içi ve boyun bölgesi gibi ince, hassas ve gevşek cilt bölgelerinde uygulanmamalıdır. Cildinde gevşeme ve sarkmalar olan yaşlı kişilerinde sir ağda uygulamasından sakınmaları gerekir. Kadınlarda regl öncesinde ve regl sırasında uygulanmamalıdır. Sir ağda uygulaması sonrasında yıkanmaya gerek yoktur. Çünkü ciltte rahatsız edici bir his bırakmaz. Sir ağda esnasında ciltteki ölü deri soyulduğundan özellikle ilk defa sir ağda tecrübesi yaşayanlarda cilt hassasiyeti belirgin şekilde hissedilir. Alışkın ciltlerde bu hassasiyet daha az olur. Her halükarda cilt  uygulama sonrası yeni, hassas ve gözenekleri açık olduğundan sir ağda uygulamasından sonra en az iki saat duş alınmaması önerilir. Aynı nedenlerle sir ağda uygulanan bir noktaya tekrar ağda uygulamak ta sakıncalıdır. Aynı noktaya tekrar tekrar uygulama yapmak ciltte kızarıklığa ve tahrişe yol açar.

Uygulama şartları yerine getirildikten sonra sir ağda bilinen en doğal en etkili ve en kolay depilasyon yöntemidir.

*Alıntı: http://www.aygenkozmetik.com/

Para Biriktirmeyi Öğrenmek

İster ailesiyle birlikte yaşayın, kira ödemeyin, market alışverişi yapmayın, ister evli barklı, çoluklu çocuklu bir aile babası olun. Masraflar hiç bitmez. Alışveriş listeleri uzar da uzar. Faturalar posta kutularımızda bizi bekler. Birikim yapmak şöyle dursun, bazen ay sonları bir türlü gelmek bilmez. Bir de bakarsınız ki aylar yıllar böyle geçip gitmiş. Bu gidişata artık dur demenin zamanı gelmedi  sizce de? Ülkemizde bireysel tasarruflar tüm çabalara rağmen istenen seviyelere ulaşamıyor.  Hane halkının tasarruflarının artırılması hem ülke ekonomisi için hem de kişisel olarak geleceğimizi garanti altına almak için çok önemli. Tasarruf yapmalıyız. Ama nasıl?



Gelirim giderimi ancak karşılıyor, bu nedenle yatırım yapamam mı diyorsunuz? Hiç öyle düşünmeyin.  Öncelikle harcamalarınızı günlük olarak not edin. Yazmak alışveriş yaparken bazen ne kadar yoldan çıktığımızı görebilmemizin en güzel yolu. Ay sonunda bu listeye baktığınızda muhakkak gereksiz olduğunu düşündüğünüz harcamalarınız gözünüze çarpacaktır. Bir sonraki ay sadece o harcamaları yapmayarak bile birikime başlayabilirsiniz. Küçük tutarlar için en uygun yatırım aracı yatırım fonları ya da gram altınlar. Gram altını kuyumculardan alıp biriktirebileceğiniz gibi banka hesabınız yoluyla da edinebilirsiniz. Gram altınlarınız belirli bir tutarı geçtiğinde bunlarla altın mevduat hesabı da açtırabilirsiniz. Bunların hepsini internet bankacılığı üzerinden yapabilirsiniz. Paranız biriktikçe bunu görmek size mutluluk verecektir. Bu mutluluk da beraberinde tasarruf yapma motivasyonunuzu artıracaktır. "Bir şeyler almadan, alışveriş yapmadan da oluyormuş" diye düşünmeye başlayacaksınız. Yatırım fonunuz ya da gram altınınız birikip belirli bir tutara ulaştığında yine internet bankacılığı üzerinden vadeli mevduat hesabı açıp paranızı bu hesaba da aktarabilirsiniz. Böylece aylık ya da üç aylık getirinizi öngörebilir olacaksınız. Bu yatırımlar için büyük meblağlara gerek yok. Bazen çok beğendiğiniz o sandalet, evde açmadığınız bir sürü koku olduğunu düşünüp son anda almaktan vazgeçtiğiniz o parfüm, "aa ne kadar da ucuzmuş" diye almak için elinizi uzatıp sonra evde onlarca benzerinin olduğunu düşünüp almadığınız o minicik portföy çantanın bedeli bile size para biriktirmeye başlatabilir.



Geleceğinizi garanti altına almak için para biriktirmeyi çok istiyor, zaman zaman birikim yapıyorsunuz fakat bir kaç ay sonra dayanamayıp paranızı çekip yine bir şeyler mi alıyorsunuz? O halde Bireysel Emeklilik Sistemi tam size göre!   Bireysel Emeklilik Sistemi, BES için herhangi bir banka şubesine gidip başvuruda bulunabilir ya da internet üzerinden Bireysel Emeklilik şirketlerini araştırıp görüşebilirsiniz. Siz yeter ki BES hesabı açtırmaya karar verin. Yetkililer imzanızı almak için adresinize kadar gelebiliyorlar. Üstelik bu hesabı açabilmek için büyük paralarınızın olmasına gerek yok. Aylık olarak ya da 3 ayda bir hesabınızdan ya da kredi kartınızdan otomatik olarak küçük bir tutar çekiliyor ve BES hesabınıza aktarılıyor. BES hesabınızda bu minicik tutarlarla bir yatırım fonu portföyü oluşturuluyor. Bireysel Emeklilik şirketi yatırdığınız katkıdan küçük bir yüzdeyi yönetim gider kesintisi olarak alıyor. Fakat bir süre sonra hem yatırdığınız para büyüdükçe hem de yatırım fonunun getirisini elde etmeye başladıkça birikimleriniz çoğalıyor ve bu kesinti çok önemsiz bir oran olarak kalıyor.

Bununla birlikte Bireysel Emeklilik hesabınıza para yatırdığınızda yatırdığınızın %25'i oranında devlet katkısı da hesabınıza yatar.* Yani siz ayda 100 TL birikim yaparsanız devlet birikiminize 25 TL katkıda bulunur. Kulağa hoş gelmeye başladı değil mi?


Ben yatırım, finans işlerinden anlamam, batarım diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. İnanın çevrenizdeki ancak çok küçük bir kesim profesyonel yatırımcı olarak işlem yapıyor. Riskli olmayan yatırım fonlarına, vadeli mevduat hesabına, altına ya da riskli olmayan ya da çok düşük risk içeren Bireysel Emeklilik fonlarına yapılan yatırımlar her zaman kazandırır. Kartınızdan her ay çekildiğini unuttuğunuz o küçücük tutarların gün gelip ev ya da araba almak için hesaplarınızı kontrol ettiğinizde birikip ne kadar büyüdüğünü görünce gözlerinize inanamazsınız. Birikim yapmanın ve sonrasında bu birikimleri büyütüp büyük yatırımlara dönüştürebilmenin tadına varabilmeniz için daha fazla ertelemeden hemen yarın bir adım atmaya ne dersiniz?



*Devlet katkısının aylık üst sınırı brüt Asgari Ücretinin %25'idir.

12 Haziran 2016 Pazar

Alkali Beslenmeyi Öğreniyorum

Yoğun bakımdan çıkıp odamıza geçtiğimiz ilk günün akşamı Instagram'dan Ayşegül Çoruhlu'yu takip etmeye başladım. Önce hızlıca paylaşımlarını gözden geçirdim, sonra da DM'den mesaj attım kendisine. Damar sertliği sorunumuzu yazdım ve muayenehanesine gitmek istediğimizi söyledim. İnanamadım, 10-15 dakika içinde yanıt geldi. Öncelikle kitaplarını okumamızı tavsiye etti. Kitapları okuyun, siz çözersiniz, gibi samimi bir dille yazılmış bu mesaj o ortamda beni tarif edilemez derecede mutlu etti. Hemen google'dan alkali diyet ile ilgili araştırma yapmaya başladım. Instagram'dan da bu konuda kafa yoran kişileri, alkali diyete uygun yemek tarifleri paylaşan kullanıcıları takip etmeye başladım. İlk başlarda yenilmesi mümkün değilmiş gibi görünen yemek tarifleri paylaşan bazı kullanıcıların postları her ne kadar bana "bunlar da yenilir mi be kardeşim" cinsinden ümitsizlik yaşatsa da üzerinde durmadım ve makul tipleri izlemeye inatla devam ettim.

Eve gelir gelmez Ayşegül Çoruhlu'nun kitaplarını aldım ve okumaya başladım. Kitaplar oldukça akıcı ve keyifli bir dille yazılmış. Sürükleyici bir roman gibi bir orasından bir burasından kurcalaya kurcalaya okudum kitapları. Tokuz Ama Açız ve Alkali Diyet.

Doktor değilim, kimyacı değilim, biyolog değilim. Fakat okuyup araştırıp düşününce bu beslenme tarzı bana çok mantıklı geldi. Önce sudan başladım. Evdeki damacanaya biraz karbonat attım daha alkali olsun diye. Çocuklar suyun tadındaki değişikliği farkedip durumu protesto edince ph değeri en yüksek su olduğunu öğrendiğim Saka suyu almak için her gün Şok Marketlere gider oldum. Fakat eşimin suyu için ekstra önlemler almaya başladık. Sabah ilk iş su içiyor ve bu su elma sirkeli oluyor. Evde su içtiği diğer zamanlarda ise suyu limonlu içiyor. Elma sirkesi ve limon da suyu alkali yapıyor. Yavaş yavaş alışsınlar diye çocukların sularına da bir kaç damla limon sıktım fakat canavarlar bunu da farkettiler. Neyse yavaş yavaş alışacaklar inşallah.


Sorun Beslenmede mi?

Eşimin yeniden kalp krizi geçirmesinden sonra beslenme düzenimizi baştan aşağı değiştirdim. 8 yıl önce ilk kalp krizini geçirdiğinde kolesterol, trigliserid değerleri yüksek olanlara doktorların ve diyetisyenlerin tavsiyeleri light süt, yoğurt ve peynirler, tam buğday ya da çavdar ekmeği, yağsız ızgara et, 1 yemek kaşığı zeytinyağı ile yapılan tencere yemekleri vs.şeklinde sıralanıyordu.

Yıllar içinde diyetimize uyamadığımız çok dönemler oldu tabi. Çok gençtik, kontrollerde değerler normal çıkınca zaman zaman canımız ne isterse yedik içtik. Ama diyeti en çok bozduğumuz sofralarda bile yukarıda sözünü ettiğim kaidelerin ana hatlarına uymaya çalıştık.

Ama olmadı işte, ikinci kalp krizi geliverdi.

Bunu sadece düşük yağlı beslenme diyetine bağlamam haksızlık olur. Çünkü dediğim gibi diyeti çokça deldi eşim. Stresli dönemlerinde arada 1-2 sigara içtiğini de biliyorum.

Velhasıl, diyetten hiç çıkmasaydık her şey yolunda gidecekti belki de bilemiyorum. İnanın her gün bunun muhasebesini yapıyorum kendi içimde...

Çok yoğundum, o kadar yoğundum ki. Her sabah 7de çıkıyordum evden çoğu İstanbullu gibi. 1 saati geçen servis yolculuğundan sonra plazadan içeri giriyordum ve akşama kadar deli gibi çalışıyordum. Nefes alabildiğim aralarda telefonla çocukların okullarını, evi organize ediyordum. Serviste internetten market alışverişi yapıyordum.  Arada bir kulağıma çalınıyordu bir yerlerden; sirkeli su, alkali su, iyi yağlar... Fakat bir türlü sıra gelmedi işte, araştıramadım. Bir yandan da korkuyordum. Sağlıklı da olsa fazla yağ tüketmek eşim için iyi olmayabilirdi. Bir şekilde bu konuyu hep erteliyordum kafamda.

Devamı çok yakında:)

5 Nisan 2016 Salı

Beyaz eşyalarımı değiştirdim.Deneyimlerim aşağıda...

Neredeyse 2 ay olmuş ve ben hiç bir şey yazmamışım. Halbuki neler neler geldi başıma. Keşke bunları paylaşsaydım. Neyse çok da geç kalmış sayılmam, kısaca özet geçeyim. Son yazımda bozulan bazı ev eşyalarından söz etmiştim. Evlenirken aldığım, 12 yıl tepe tepe kullandığım emektar Arçelik çamaşır makinem tam durulama aşamasına geldiğinde yeter artık sıkıldım dercesine duruverdi aniden. Çamaşırlar köpüklü su içinde kaldı. Suyu nasıl boşaltacağımı bilmiyordum, çok beceriksiz ve bilgisizimdir böyle konularda. Her işten anlayan elli ayaklı ev kadınlarından olamadım hiç. Eşim zaten çok yoğun çalışıyor. Burnundan soluduğu bir dönemdi, ona da söyleyemedim. Çamaşırları çıkardım.Sıkıp çamaşır askısına yığdım balkona. Nasılsa sipariş veririm ve yeni makine 2 günde gelir diye düşündüm. Artık servis ücreti ödemek istemiyordum , ömrü dolmuştu zavallı eski makinenin zaten. Neyse internetten alışveriş yapmak daha kolay geldiği için gittigidiyor'a baktım hemen. Orada ekotekstore diye bir mağaza buldum. Bir de baktım ki Teknosa'nınmış burası. Hemen verdim siparişi: Hoover kurutmalı çamaşır makinesi! Bulaşık makinem de artık 3 saatte yıkamaya başlamıştı. Onu da değiştirmek istiyordum. Nasılsa tazminatımı alıcam, saldır dedim kendi kendime fakat saldırmadım. Uygun fiyatlı bir sipariş verdim önce. Nolacaktı ki sanki hepsi aynıydı zaten. Sadece tüketimlerinin ekonomik olup olmadığına baktım, bir de çeşitli sitelerdeki kullanıcı yorumlarına. Akşam eşim Hoover tamam da bulaşık makinesi ile uğraştırma bizi, ben bilmiyorum öyle bir marka deyince içime bir kurt düştü. Sabah çocukları okula bırakır bırakmaz hemen bulaşık makinesi siparişini iptal ettim. Yerine Siemens bulaşık makinesi söyledim aynı mağazadan. Yıllardır çevremdeki kızların aman da Siemens aman da Bosch aman deyip durmalarını duyuyordum. Hiçbirine itibar etmeyip hep Arçelik, Beko kullandım yerli malı hesabı. Ama şimdi baktım fiyatlar da yakın, amaaan dedim ölümlü dünya, 13 yıl bankada çalışmışım, biraz keyif yapmak hakkım değil mi? Al bakalım şu Siemens'i, zaten fiyatı neredeyse Arçelik kadar.. Ekotekstore ve Teknosa'nın sitelerinde ürünü inceledim. Bu ürünü diğer yakın fiyatlı Bosch ve Siemens'lerden ayıran özellik 11 lt su tüketiyor olmasıydı. Alayım dedim, hem doğaya katkım olsun, hem de ben mutlu olayım ve verdim siparişi. Keşke önce Siemens'in sayfasına bir baksaymışım. İnanır mısınız ürünün özellikleri yanlış yazıyormuş Ekotekstore'nin sayfasında. Diğer çoğu ürün gibi 14 lt su tüketiyormuş bu makine de. Ama geri vermedim, neden mi??? Çünkü bu olay bu alışverişimde başıma gelen en hafif hasarlı vakaydı. Ayrıntılar bir sonraki paylaşımımda olacak:)

10 Şubat 2016 Çarşamba

İşte Son Günüm 2

Öyle ya da böyle bitti gitti son gün. Tam 13 yıl. Mesainin bitimine 1 saat kala hala iş devrediyordum. Ne olup bittiğini kavrayamamıştım. İnsanda biraz duygusallık olur. Biraz kafa karışıklığı olur. Olmadı bende bunlar. Son dakikaya kadar hayatımın artık değişeceğini (elbette biliyordum fakat) net olarak anlayamadım. O kadar normal geldi ki bana, yapılan yarım saatlik veda, hediye verme töreni, dostlara sarılma, sanki iç ayrılmıyorum gibi, ama bir o kadar da zaten bir süredir orada değilmişim gibi. Şubeden ayrılırken daha farklı duygular içine girmiştim ama şimdi böyle olmadı. Ana binadaki tanışlarla vedalaşmaya gidemedim, vakit kalmadı. Zaten kim hangi katta bilmiyordum artık. Veda maili de göndermedim. Akşam facebooktan duyururum diye düşündüm. Müdürümün gözleri kıpkırmızıydı, en çok ona duygulandım.İnsanlar üzgün değil, benim adıma mutlu olmuş görünüyorlardı. Darısı baaşımıza dedi herkes. Fakat ayrılmama sevinenlerin olduğunu da gördüm. Zaten beni soğutan koşullardan çok bu yapıda insanlar olduğundan şaşırmadım. Akşam servisten indim. Kocam beni bekliyordu. Ne hissettiğimi sordu. Merak ediyordu çünkü onun da hayaliydi finans sektöründen uzaklaşmak. Fakat buna yeltenmeyi düşünmedi hiç. Detayları sonra yazarım. Mutluydum sadece başım ağrıyordu biraz. Akşam facebook profilimden duyurdum. Böylesi daha iyi oldu. Bir kaç saat içinde kullanımıma kapılacak olan bir mailboxtan onlarca insana mail atmanın ne anlamı var. Çalıştığım insanların bir çoğu başka kurumlardalar zaten. Hepsi öğrenmiş oldu. Şöyle ya da böyle bitti. Yarın Çarşamba. Kocacık evde. Oğlum sömetre tatilinde, o da evde. Ev korkunç bir durumda. Badana, koltuk, halı yıkama, bozulmuş beyaz eşyaların elden geçirilmesi ve buna benzer binlerce çılgın iş var. Bakalım gelecek ne getirecek:)

9 Şubat 2016 Salı

İşte Son Günüm

İşten haftaiçi ayrıldım. Son günüm Salı'ydı. Eşim yıllık izinde olduğu için onunla en azından bir kaç gün geçiririm diye düşündüm. O iki gün bile işe o kadar zor gittim ki. Nasıl olsa işten çıkacağım diye çamaşır yıkamayı bile ertelemişim. Giyecek bir şey bulamadım. Ptesi işe siyah kanvas bir pantolon, üstüme tişörtümsü bir şey ve bir de siyah hırka giydim. Saçlarım ise ağlıyordu bakımsızlıktan. Artık gerçekten ama gerçekten ayrılma zamanı gelmişti benim için. Her halimden belliydi bu. Sürünüyor sürünüyor, sürüklenerek gidiyordum işe. Güya Salı sabahı, yani son gün eski hevesli günlerimden kalma, yılardır dolabın bir köşesinde tıkılı bekleyen şık bir elbise bulup giyecektim. Olmadı, o kadar zor kalktım ki yataktan. Duş aldım, saçımı kurutamadım bile. Her zaman giydiğim siyah orlon kurtarıcı elbisemi giydim, altıma opak çoraplar. Bağcıklı botlarımı çektim altıma çıktım evden. Nasılsa ofiste masamın altında 2 çift toğuklu ayakkabı bırakmıştım. Tabi bu arada kafamda deli sorular. Elbisenin kuşağını çantama attım mı, makyakj malzemeleri yanımda mı, cımbızım var mı, eyvah parfüm almadım diyerekten servise koşturdum. Son günüm de olsa servis şoförünü bekletmek istemedim. Ptesi sabahı bira bekletmiştim çünkü. Ayıp oldu insanlara. Ne de olsa onlar maalesef bu eziyeti çekmeye devam edecekler. Kurtulan benim. Niye hayatlarını zorlaştırayım ki. Neyse detay analize girmeyeyim şimdi belki de mutludurlar ayol. Servise bindim. Baktım annemden mesaj gelmiş. Kuşağını evde unutmuşsun yazıyor. Sabah sabah o kuşağı bulmak için evde terör estirip sonra ütü masasının üzerinde bırakıp gitmem pek dokunaklı bir durum oldu. Önce üzüldüm. Ulan dedim son günün be kızım. İşte son günün . İnsan gibi bir resim çekilseydin ya. çoluğun çocuğun bakacak ileride. Sonra sakinleştirdim kendimi. Taktım kulaklıklarımı ve başladım Power Love dinleyerek son Anadolu yakası-Levent arası servis yolculuğuma.....Hala inanamıyorum. Çok normal geliyor ki gelmemeli. Kurulmuş otomatik bir robot gibi ve koşturarak ve hiç bir şeyi eksiksiz yapamadan ve hiç bir şeyi doyasıya yaşamadan geçip giden günlerim değişecek miydi yani? Hadi bakalım hayırlısı

Az kaldı...

3 yıl bir banka şubesinde satış ekibinde yer aldıktan sonra İstanbul Levent'te bir plazada tam 10 yıl boyunca farklı ekiplerde çalıştım. Sonra işten ayrıldım. Aniden oldu ayrılışım. Nedenlerini niçinlerini yavaş yavaş anlatırım zamanla. Bu bloğu oluşturma amacım evde olmaya alışma sürecimi günbegün yazmak.