16 Aralık 2016 Cuma

Küçük Prens - Antoine De Saint-Exupery

Her çocuğun okuması gereken bir kitap Küçük Prens. Ama yetişkinlerin defalarca okuması daha elzem bence. Kitabın ilk sayfalarında küçük bir çocuk olan Prens'in ettiği laflar yetişkin okuyuculara saçma gelebilir. Muhtemelen gülümser ve çocuk işte, der okuyucu, hayal dünyasında yaşıyor. Fakat sayfaları çevirdikçe düşünmeye başlar. Yahu basbayağı haklıdır bu çocuk. Gittiği her bir gezegende gördüğü tuhaf, abartılı tipler günlük hayatta vardırlar aslında. Yetişkinlerin bu hengamesine bir türlü anlam veremez Küçük Prens. Yetişkinler ise yaptıklarının doğru ve mantıklı olduğundan emindirler. Küçük Prensi hiç mi hiç ciddiye almazlar. Halbuki hepsi saçma sapan şeyleri hayatlarının ana gayesi haline getirmiş sıkıntılı insanlardır. Keşke bir an durup bir düşünseler. Ama şimdi düşündükleri yolla değil. Saf bir çocuk gibi akıl yürütseler...

- Nasıl sahip olunuyor yıldızlara?

- Kimin ki yıldızlar? diye soruyla karşılık verdi işadamı.

- Bilmem ki. Hiç kimsenin.

- O halde yıldızlar benimdir çünkü ilk benim aklıma geldi.

- Oluyor mu öyle?

- Olmaz olur mu! Tut ki sahipsiz bir elmas buldun, elmas artık senindir. Tut ki sahipsiz bir ada keşfettin, ada artık senindir. Tut ki bir fikir ilk senin aklına geldi, gidip patentini alırsın, fikir artık senindir. Madem benden önce kimsenin aklına yıldızlara sahip olmak gelmemiş, o  halde yıldızlar benimdir.

- Haklısın, dedi Küçük Prens, "Ne yapıyorsun peki sahip olduğun yıldızlarla?"

- Yönetiyorum yıldızları. Oturup kaç tanelermiş sayıyorum, bitince oturup tekrar sayıyorum. Herkesin yapacağı iş değil. Ama ben ciddi adamım!

Küçük Prens'in aklına yapmamıştı bu iş.

Benim bir atkım olsa, dolarım boynuma, gezer dolaşırım onunla. Bir çiçeğim olsa takarım yakama, istediğim yere götürürüm. Ama sen yıldızları koparamazsın ki gökten!

- Ne olmuş ben de bankaya yatırırım.

- O ne demek?

- Önce bir kağıda kaç tane yıldıza sahip olduğumu yazarım, sonra kağıdı çekmeceye koyarım, çekmeceyi de kilitledim mi tamamdır.

- Bu kadarcık mı?

- Daha ne olsun!

İşte böyle Küçük Prens'in seyahat noktalarından birinde yaşadıkları... Ne dersiniz, şaşırmakta haklı değil mi?

13 Aralık 2016 Salı

Çıtır Çıtır Felsefe - Brigitte Labbe

Çocuklarımızın okulda arkadaşlarında görüp bir kaç sayfa okuyup müptelası olduğu, okumaya yüz çeviren çocukların bile elinden düşürmediği Çıtır Çıtır Felsefe dizisinden söz etmek isterim. Oğlum maalesef yeteri kadar okumuyor. Ya da bana öyle geliyor, bilmiyorum. Öğretmenimiz çocukların okumayı sevmeleri için ilk etapta sevdiği kitap türünü bulmamızı önerdi. Sırf okuma alışkanlığı kazansın diye oğluma 2 tane Saftirik aldım. Bu konudaki genel yorumları bilmiyorum ama ben Saftirik'leri okumasını istemiyorum çocuğumun. İşte tam bu sırada imdadıma Fransız yazar Brigitte Labbé'nin Çıtır Çıtır Felsefe serisi yetişti. Önce "İyi ve Kötü" ile "Adalet ve Haksızlık" kitaplarını aldım. Açıkçası oldukça da uygun fiyatlı kitaplar. Ben kitaplarımı internet üzerinden almayı tercih ediyorum. Çünkü ciddi anlamda fiyat farkı olabiliyor. Hem belirli bir tutarın üzerine çıkıldığında genelde kargo ücreti de ödenmiyor. Ben İdefix'ten tanesini 6,5 TL'ye aldım.

Blogcu Anne Elif Doğan'ın yazarla yaptığı röportajdan okuduğuma göre serinin Fransa'da 44 kitabı varmış. Türkiye'de ise 29 kitaba ulaşılmış.

Oğlum bu iki kitabı hemen yalayıp yutunca serinin beş kitabını daha aldırdı bana. Şimdi onları okuyor. Ben de onunla birlikte okuyorum. Konular hep günlük olaylardan yola çıkıyor. Durup düşündüğünüzde çocukken bunların bazılarını yaşadığınızı ve çocuk halinizle ne yapacağınızı bilemediğinizi düşünüyorsunuz.

12 Aralık 2016 Pazartesi

İdefix'ten Oğlumun Kitapları Geldiiii:)

Oğlumun Çıtır Çıtır Felsefe kitapları geldi bugün. Daha önce iki tane Çıtır Çıtır Felsefe okumuştu. Bugün gelenleri iple çekiyordu. İtiraf etmem gerekirse öğretmenimizin ve sınıf annelerimizin tavsiyeleriyle aldım bu kitapları. Henüz okuma fırsatı bulamadım. İlk fırsatta okuyup burada paylaşmak istiyorum. Bir de tabi ki Şeker Portakalı geldi. Küçükken okuduğumda bayılmıştım bu kitaba. Önce ismine, sonra içeriğine..

İdefix siparişlerim


Okumam gereken çok sayıda kitap bekliyor beni kitaplığımda. Bu yüzden kendime kitap almamayı çok zor da olsa tam başarıyorum derken aaa bir de baktım ki  Turgay Girgin'in okul öncesi ve birinci sınıflar için hazırladığı "İlköğretim'de Drama" kitabını almışım. Yazarın diğer yaş grupları ile ilgili de yayınları bulunuyor. Kitabı biraz inceledim. Okumak için sabırsızlanıyorum. Sanırım farklı yaratıcı drama oyunlarını öğrenebilmem ve bu alanda kendimi geliştirebilmem için başucu kitaplarımdan olacak.

Detaylar çok yakında...

Semt Pazarı mı, Market mi?

Bu akşam yaratıcı drama liderliği eğitimi dersinde yaratıcı drama ile bir pazar yerini canlandırdık. Hem pazarcı hem de müşteri olduk. O kadar keyif aldım ki anlatamam. İlk başta pazarcıyı canlandırmaktan biraz çekindim açıkçası. Çünkü sesimin zayıf çıktığını düşünüyorum bazen, nasıl bağıracağımı bilemedim. Sonra satıcının bağırmadan da gayet iyi iş yaptığı bir iki tezgah geldi aklıma, mesela zeytin ve zeytinyağı tezgahları gibi. Ben de hemen zeytinci oldum. Oldukça keyifliydi. Yaratıcı dramaya bayılıyorum. Bununla ilgili yolculuğumu başka yazılarda yazmayı planlıyorum.

Bankada çalışırken İstanbul'un Avrupa yakasında çalışıp Anadolu yakasında oturduğum için haftaiçi kurulan pazarlar ben servisten inene kadar toplanmış olurlardı hep. Bu nedenle hep market alışverişi yaptım ben. Sonra büyük marketler internet üzerinden sipariş almaya başladılar. Benim gibi vakti olmayan bir insan için büyük nimetti bu. (Gerçi şimdi çalışmıyorum ama ara sıra internetten market siparişi veriyorum yine de.)

Markete gidip sebze, meyve, et, bebek bezi, bakliyat, temizlik malzemesi vb. akla gelebilecek tüm malzemeleri atıverirdim sepete. Güya kendimce ekonomik kararlar alıp herşeyin uygununu seçmeye çalışırdım ama her seferinde çok büyük meblağlar öderdim.

İşten ayrılmadan kısa süre önce semt pazarımız pazar günü kurulmaya başladı veee sokağımın başına taşındı. Buna rağmen sadece bir iki kez gidebildim. Pazar günleri sendromum tutuyordu zaten. Hem her halükarda markete gitmeyecek miydim? Bir de pazara zaman ayırmamın anlamı yoktu benim için. İki parça yeşilliği marketten alıverirdim işte. Zaten cebimde nakit de yoksa kalkıp kim ATM'ye gidip para çekecekti yani?

İşten ayrıldıktan sonra tabi ki ilk iş şu bizim pazarı iyice bir keşfedeyim dedim. Bir vesile edinmiş olduğum pazar arabamı aldım elime. Yıllar yıllar önce pazar canavarı bir arkadaşımın öğrettiği gibi ön ceplerime, yan ceplerime 10lukları, 20likleri koydum. Yanıma çok fazla para almamaya özen gösterdim çıktım pazara. İlk deneyimlerimde bile tüm acemiliğime rağmen pazardan memnun ayrıldım. Hele bir gün televizyonda sağlıkçıların katıldığı bir tartışma programında iki akademisyen marketten alışveriş yapmadıklarını, tüm gereksinimlerini semt pazarından ya da internet üzerinden satış yapan küçük üreticilerden karşıladıklarını söyleyince kim tutabilirdi ki beni artık.

Pazarda marketteki gibi tek bir seçenek yok ki elinizde. Vaktiniz varsa gezer, en güzel ve en ucuz ıspanağı bulur alırsınız. Bana mı öyle geldi bilmiyorum ama bazı semtlere göre görece daha pahalı olduğu söylenen bizim pazarda bile öyle ekonomik alışverişler yaptım ki anlatamam.

Pazardan genelde nakit alışveriş yapıyor olmanın da bir çok avantajı var. İpin ucunu kaçırmamış oluyorsunuz. Cebinizde kalan bozukluklarla tam pazardan çıkarken hatırlayıp limon, maydonoz gibi şeyleri alabiliyorsunuz. 50 kuruşa az mı maydonoz aldım ben? 1 liraya 1 kilo havuç, turp? O kadar da güzeller ki. Hepsi taptaze.

Yazımdan da anlaşılacağı üzere ben bir semt pazarı müdavimiyim artık. Tabi ki marketlerden de alışveriş yapıyorum ama sebze, meyve, hatta turşu için kavanoz (pazara gitmeye başlayınca kalan malzemelerle turşu kurmayı da öğrendim de ben) çocuklara pijama, kızıma toka, onu mutlu edecek ıvır zıvır süslü püslü şeyler, oğluma büyüteç, bileklik, aklınıza ne gelirse alıyorum. Toka deyince aklıma geldi. Kızım çok küçüktü ve çıtçıtlı tel toka gibi basit bir şey lazım olmuştu bir fotoğraf çekimi için. AVM'deydim ve bir mağazada tek bir tel toka için 5 lira istediklerini gayet net hatırlıyorum. Halbuki pazarda belki 10 tane tel tokaya 1 lira veriyorum. Elbette kalitesiz ürünler satan tezgahlar da var. Fakat bunları çok kısa sürede keşfedip hayatınızdan çıkarıyorsunuz zaten. Kış geldi, kar yağdı yağacak. Bu haftasonu pazarda ne çılgın bereler, atkılar gördüm bir bilseniz. Hadi siz de ilk fırsatta semtinize yakın bir pazara uğrayın ve tadını çıkarın!